28 Mart 2014 Cuma

   LOST CHILD

 Üstüme yapışan tütün terimle akıp gitmişti.Kül tablası ağzına kadar dolu, akşamdan kalan playlist ise hala çalmaktaydı.Odada tek değildim, yatağıma paralel bir yatak daha vardı; farkı yalnızca duvar kenarında olması ve sinirle vurulmuş ayakkabı izleriyle dolu olmamasıydı.Kalorifer derecesi ortak olarak ayarlanmıştı, saçlarım terli fakat üşütmüyordu. Yatağıma bitişik olan cam tek bir yeri görüyordu, orman; ağaçlar, ara sıra dar yoldan geçen köpekler ve kuşlar.Köpeklere isim bile koymuştum, ve her nasılsa o isimlere tepki veriyorlardı.Kuşlar Chopin Nocturnelerinden topraktan solucan çeker gibi çektikleri notaları söylüyorlardı.Yatakta birkaç kan lekesi vardı fakat bu pek önemli değildi.Çünkü kanın yaş ve kuruyla ya da ölümle pek ilgisi yoktu.Akşam dişlerimi fırçalamamam unutmama engel olmuştu, dört dal hala paket içindeydi.Detayların kimi zaman önemli kimi zaman önemsiz olması köşe başlarında görünen şımarık cin gibiydi.Çorabımın tekini ararken aklımda biterdi.Ah! Unutmak en iyisi.
 İstenen şarkı çoğu zaman üç seferlik orgazma tekabül eder.Yaptığım beste aklımda bitti, hareketli ritimlere sahipti ve melodramlarla dolu.Cemal Süreya dedim, iki sene önce ne masumdu, ben için! Kahkül o zamana dair bir parantez.Karşıma oturdun öylece ve bir milat gibi...Artık pek anlamı yok, yalnızca masumiyet daha önceleri neydi diye sorulduğunda cevap olabilecek cümleye dönüştü.Zaman kavramı neredeydi? Eskiyi düşünürken bile kronometre hızında olan çekiç darbeleri kafasına iniyordu.
 Yazmak küçük tüylerle kaplı olan derimi kaşındırıyor, gözlerimi dikmemek içinse kendimi zor tutuyorum.Her şey güzeldi bak, Nevruz! Kendini güçlü hissetmen saniyeler.Devrik ve zaman kavramı bakımından yoksun cümleler benimle! Tüm bunları söylerken sınırdan beyaz sokar gibi soktuğum otuzbeşlik akşamı aklımda.Bir yatakta üç kişi.Rüyada Kiev'e gemiyle gidip direnişe katılmak.Aklım karışık, gidemediğim şarap evi ise dibimde.
 Sabah erken kalktım, varılacak yerim vardı.Cümleleri yarım bıraktım, gözüme ilk kestirdiğim CD'yi aldım.Radiohead-Karma Police 1998.Elimde duruyordu sadece güldüm, iç kısmında yazılı olan Lost Child yazısına ve lanet olsun dedim.Uyandırmak değildi niyetim.
 Cam çerçevesine alnımı dayamıştım.Slim Winston üç dal.Dar yoldan geçen köpek.Duvarda kabartmalı Ortaçağ insanları.Osho: Başarıya ulaşmak için ödediği bedel: Başarısızlık.Birkaç sene öncesini ve şimdiyi düşle.
 Daha fazla yazmam el kenarlarıma kandan izler bırakacak, çünkü dişlerim düşünürken ve kurarken bir çita kadar keskin.
 Uzun bir bina, her katında insan dizili.Yanımda Jose Cuervo, kocaman! Sessizde kalan telefon, önümde bir bira.Kimi zaman dizimde!
 Geldim ve tekrar köşedeki masaya oturdum, dördüncü biramdı.Etraftakiler hafif tanıdıktı, ben ağırdım.Barmenler yerinde duramıyor, saçma içki isimleri söylüyor ve zıplıyorlardı.
 Elin kaymaya başladıysa sonrası kesilemez.Rehbere son kez baktığımda şaşırmıştım-bu-tüm-insanlar-Evren'de! Köşeye son oturuşumda işler pek iyi olmamış, diğer masadan kalma rakılar içilip çıkılmıştı.
 Unutturucular gün gelmiş bedenimi berbat bir tabakaya çevirmişti.O gün bu gündü.Varlığı ne-ve-de önemliydi?! Yalnızca et kalabalığı? Oysa var olan ruh?
 Burası senin değil.Bir ara sokağında bira içmişliğin ya da bir köşede biri geçiyor mu diye bakıp sonrasında yola balgam atmışlığın yok.Sen buranın değilsin.Burada ve buranın da değilsen madde gerekmiyor çünkü her rol yapışında Tanrı kafana sopasıyla vuruyor, kronometre hızında olmasa da! Evet, bu yeterli.
 Ne zaman ki köşede tütün saran bir kadın görsem duygulanırım.Bu ayak parmakları düşleri kadar ağırdır.Ve doğrusu cenazede siyah gözlükler altından ağlayıp sonrasında yeşil çaylarını içen kişilerin hissedebileceği türden değildir.
 Dolmuşa biniyorum, beş numaraya.Yanımda emekli tarih öğretmeni oturuyor elinde gazete.Uzaklaşıyoruz.Nereden? Farketmiyor, çünkü uzaklaşmak için herhangi bir başlangıç noktası yeterli.Yolun sol tarafı binalar, sağı deniz ve bulutlar.Camdaki yansımalarla deniz ve yol birleşiyor.İçimden söylediğim melodili biçimde: ''Keşke denizler taşlarla doldurulmasa...'' Ve devamı da mırıltılarla ilerliyor.
 Bir ruhu kaybettiğinizde onu bulmak için herhangi bir ruhu bileyip bileşenlerine ayrılmasını beklemek zorunda kalırsınız, bu çok zor değildir.
 Üstüme yapışan tütün terimle akıp gitmişti.Akşamdan kalma playlistte son şarkı, son sözde: 
 She lost conrol again.

13 Mart 2014 Perşembe

3,5

Gece 3. 
Buçuğa birkaç adım,
Sayarken dizim kanardı.
Alkış tutarken parmaklı eldivenlerimle sigara yakardım.
Ama şimdi uyuyamam.
Ve bir şarkı daha:'Büyüde on yedine geldiğinde baban sana.'
Hayır ağlamaya hazır değilim, sigaram yarım-gözyaşı saçmalık. 
Sen masayı kur, ben dağıtırım.
Kurulmayan düzen, düzensizlik içinde düzen.
Karışık aklım, bağışla.
Rock'n'Roll'a kaptırdım kendimi.
Burnuma demir çubuk soktum,
Bir tabum kırık.
Seni lanetledim, parmak uçlarım kuru kan.
Daha güzel yazardım, kime neye göre?
Tüm küfürlerin yerine oturduğu düzende,
Düzensizlik içinde düzen arıyorum.
Bach'ın elinde çay bardağı, Selda Bağcanda elektro.
Su şişesi içinde Arapça yazılar yazılı kağıt, yanında rakı şişesi.
Alt rafta Yasin, üst rafta İncil.
Saçımı kahkül kestim,
Karışık aklım, bağışla.
Buçuğa birkaç adım.
Sayarken işaret parmağımla baş parmağımı koparırdım, kanardı.
Ölürsem bavulun arkası güz,
Bırakırsam on sekiz yıllık emeğe gözyaşı-sperme ağıt.
Ama şimdi uyuyamam.
Işığın kırılma noktasında gölgemi boğmuştum.
Gölgesizde yaşayamam;
İki noktadan bir doğru geçiyor,
Doğru olamamam tamda bundan.
Donuk bakışlarım rutinleşmiş dün akşam kokularından.
Yaşamak zor, bir o kadar da kolay.
Ölümün yaşla işi yok,
Kuru bir Mart veya Haziran.
Sessizliğin içinde öksürük sesi,
Çığlıkların noktasıdır.
Karışık aklım bağışla.
Çoktandır yazamamam bundan,
Ve aklımdan konuşmalarım.
Buçuğa birkaç adım 
Sayarken, dudağım patlakken ve sinir ilacı ile uyuşukken,
Hayali bir köy mutlu olmaya yetiyordu-
O güne kadar.

Hepimiz aynı şeyden muzdariptik o akşam,
Uykumuzda yoktu, neşemizde.