17 Aralık 2013 Salı

Komformasyonist ve İllegal 

-Gökyüzünde konuşan-

Kalemin ucundaki -kokan tütün- gözüne battı.
Oturan göbekli adam: Defol Suriye!
Televizyondaki bıyıklı adam: Önlerine ekmeği hazır mı istiyorlar! -kokmuş fareler-
Müzik çalarda 'Jesus Loves Me'
Haçlı bir duvar kağıdı, arkasına silüeti gizli ve sepya tonlarda bakire Meryem.
Açık pencerenin çıtırtıları, soyulmuş, yere düşen tahta kuruları.
Esen rüzgarda sol kolunu kesip, diliyle çakısındaki kanı yalayan adam.
Kokusu burnumdan gelen kanla aynı kokuyor.
Masanın üstünde gelişmiş bir kalem, unutulmuş, kişiden yeni alınmış ve yabancı geliyor.
Kişideyken kaç kere kendini elledi, kalemi tuttu ve onu ağzında gezdirdi.
50'lerden kalma Polonya menşeili caz parçası oturdukları yerde çaldığında evinde gibi hissetti, halbuki elinde sigara varken ve sihirli sudan içerken -hayır- keyfi daha önce hiç bu kadar mest olmamıştı.
Yabancı kanaldaki adam: Önce sağ, sol ve çalkala!
İşi düşen birkaç insan eli yukarıda 'Amen!'
Çingene taşından bir duvar.
Kusmak istediğin anda yaslanırken bile ısıtıyor.
Etraf çingene çocuk teni ve sigara kokarken,
Yediğin yemeği tekrar görmek ve renkleri dağılmış bir tuvale yedirmek! -bu bir delilik-
Ruhani bir adamın ayak ucunda belirmesi,
Siyah iç yeleği, fötr şapka, dans etmeye hazırlanır gibi -bu bir yüce olmalı-
Yüzü belli değil, yalnızca boynu.
Bir yaz gününü sol eline aldı, titriyordu.
-O- adamı önüne aldı, olmayan yüzüne tütün serpti.
Ne zamandı, neresiydi, hatırlamıyordu.
Bu bir kez daha olmuştu,
Bir orgazm anından önce veya sonraydı.
Polonyalı cazcı davulcunun telli bageti davula sürdüğü saatti. Kesin!




 
                        

 










15 Kasım 2013 Cuma



Aklıma susam taneleri geliyor,
Gözlerimin çukurundan ellerimle yemelerim.
Ki gölgem yanıma oturuyor.
Yalnızlığımı atamamışım, biliyorum.


  Ayaklar çift ve bir sonraki adımı yola çeviren denklem atılan son adım.
  Bir çok boş arazi ve onları destekleyen yer altından uzayan kökler, denizle buluşunca oluşan nili yeşil çimler.
  Konumu belirleyen insanlar,
  Gönülden aşağı yol götüren.
  Arabaya tek binip cebini erdem gösteren insanlar.
  Memnun tavırları yüzüne bürünüp su bidonları önünde kuyruğa takılanlar ve trenlere adım atmayan orta yaşlı fahişeler.

  Son Cuma'lar.
  Geçip giden trende tutulan marijuanalar.
  Fiziksel olarak yaratılışa meydan okuyan tek tip bir aile ve her şeyi gözünde büyüten çocuklar.
  Yer değiştirmeyi düşünürken bağcığımı ayakkabımın içine sokup balgamımı dedeler gibi tükürüşlerim-ve çimlere acımadan.-
  İki gün süren iç kanaması gözümde hiç.
  Çay renginde akan kan, kan değildir daha çok sidiği andırır.
  Her aklına geleni yazdıran usta Konivuç mudur?
  Yalnız adamın yolu tüketmesi zamanın sıvısında gidip gelmeleri midir?

  Ah şarap almayı nasılda unutacaktım! Çayın kırmızısından geldi aklıma.
  Hedefine ulaşmak ve parayı içmek isteyen insanlar gibi hissettim ve kırmızıya ulaşmak için ayak parmaklarımı kurban etmiştim.

  Önümde bira vardı, dökülüşünü masaya koymadım, içtim.İnsanların davranışları tedirgin tavırların fiziksel olgunluğuna bağlı değildi.Ter birayla birleşince üşütüyordu.Gururunu otlayan bir çoban gibi olmuştum.Burası kızın göle yansıyan gölgesini içeren tabloya benziyordu.

  Duman, bir sis bulutu.
  Tene dokunan bir ten olsa;
  Sokak sarhoşları kıvamında olurum.


in 2010






Benden olmayan aklı dinledim, üşüyorum.

  İnsan nasıl, ne ile yaşar? Ağaçlar, tahta masalar...herhangi bir kuyruğa girdiğimde suratına bakan ve yalnızlığı aşağılayan insanlar.Bu yoldan kaç kere geçtiler? Böyle nasıl oluyor? Deri ceket, kirli bir sakalı veya 'kirli' vücudu diri gösteriyor.Bacakları gördüğümde ayrılmışlığı düşlüyorum.Dik dururken ki gibi bütünler mi?
  Bir büyüye verdim her şeyi.Ona bağladım ve gerisini siktir ettim.Bu kadar kötü olan nedir? Hava yazının(evet her havanın bir yaz anı vardır) en soluklu yerde kararması mı, yoksa elleşen elleri göğsüme götürdüğümdeki düşüncelerim mi?
  Nasıl öğretildiyse öyle gitti.Evet insanlığa yapılan bir büyüydü bu? Sübliminallerin birleşimi ve sıradanlaşması gibiydi.Siyah haleleri arkamda hissederken kımıldamayıp aldırış etmemem kadar doğaldı.
  Hava soğumakta saat 18:45 elektronik saat hala güneşli yazmakta.Kahvehane kapalı ve adam şuan büyük ihtimalle dün onu bekleyen kadınla düzüşüyor.
  Hava hepimizce karardı çünkü somut ışıklar yandı.Uzun direkli, işlenmiş lambalar 1945 yapımı Amerikan film sahnelerinden çalınmış gibi.Okşanmak için yağmuru bekliyorlar ve ardından fötr şapkalı, şemsiyeli gelecek adamı.Sonrası caz bir şarkıyla devam edip bitecek-kadraj-öpüşme sahnesi!
  Bu yoldan kaç kere geçtiler? Deri ceketli kirli sakallı adam ile.
  Gün yine çabuk bitti diyor.Ah piyonlu çakmak işte buradasın!
  Siyahlar gidin buradan
  Sabır ne güzelsin sağ elimi mahvettin.
  Karanlık ne güzelsin,
  Yalnız olanı ağacın altına koyup  sanal ışıklarda dinlendiriyorsun.
  Ve yalnız olmak Tibette bir akarçayın üstünde yürür gibi.

14 Ekim 2013 Pazartesi

DRAWING AND POETRY






                                             
                                             


                               






18 Eylül 2013 Çarşamba

 BOŞLUĞA GİZLENMİŞ ŞEYTAN

 Sadece boşluk var, bilinmeyen bir boşluk.Bu boşluk şeytanları çekmeye yetiyor ve gitgide daha derine saplanıyorsun.En dipte; karar vermeden ve sabit çerçeve koymadan hayatı tanımlıyorsun.
 Hatırlıyor ve yaşamaya devam ediyorsun.

 Yalnızken ve isterken yoklar fakat tercihli bir yalnızlık seçerken yanında bitiyorlar.Deve dikeni gibiler.Mideni bulandırıyorlar üstüne bir de sıcaklar eklenince bozulmuş makarna gibi oluyorsun.

 Gün geliyor!
 Boşluğu bahane ederek ertelediğin günler artık bitti!
 Boşluğu bahane etmek şeytanlara ibadet sayıldı.
 Çatıların üstü ince kar birikintileri ile dolu,
 Yol kenarları buz mavi.
 Cadde bomboş.
 Ve hava karla karışık egzos kokmuyor, yalnızca kar.
 Uykusu hafif rüyaları ağır gelen insanlar sahilde.
 Kuşlar süzülüyor.
 Fosforlu arabasıyla mahsun çöpçü ağzını izmaritlere küfre açmış...


 Üç adımda biten odalara tıkılmışım.İki nefes almak için binlerce siper oluşturuyorum ruhuma ve bedenime.Kan-ter içimde, gövdeme sarılı beni tutuyor.

 Kuşları vurmuyor onlarla göğe bakıyorum.


                                           





17 Eylül 2013 Salı

 ÖNEMSİZ VE SIRADAN DUYGULAR

Sigara kokan ağızlarla muhabbet ediyor, eteğini kıvıran kızlara küfürlü gözlerle bakıyordu.Etrafa selam vermeden yoluna devam etti.Bazen gözlerini kapatarak bazense eline bakarak çizgilere basmamaya çalıştı.Gözlerini yormadı ve kalan beş lirasını nereye harcayacağını düşündü.Saatine bakarken yere tüküren adamla göz göze geldi.
 Alımlı olan ve kolay lokma görünmeyen kızların ellerine baktı.Boya damlamış ayakkabılarıyla izmaritleri nazikçe geçerek burnunu kaşıyan adama güldü; kuşlar akşamdan kalma adam gibi sendeliyordu.
 Kireç kaplamış parmaklarını çatırdattı.
 Bir kadın düşündü adamı, adamınsa sürekli midesi bulanıyordu.Olur olmaz yalnızca onu düşünüyordu.




11 Eylül 2013 Çarşamba

BU DUYGULARDAN HANGİ VARLIK KURTARIR?

 Dengesizleşen ilişkiler ve tanışmışlıklar; sıkılma-gevşeme hareketi ile sıcakta eriyip gidiyor. 
 Bu duygulardan hangi varlık kurtarır?
 Herkes kendi iç odalarına çekilmişken ve bazende konuşmamaktan anlamlı cümleler kuramazken.
 Hayır istediğim bütün olmak değil çünkü tatlı gelmiyor.En nihayetinde bütün hisseder gibi oldum diyelim, ki gibisi kadar olmak bile hoş gelmiyor.
 Denize atlayıp kara balığı bulalım ya da alkol komasından ölelim ve kimse bizi burdan kurtarmamışken leş duvarlar ardına saplanmış kalalım.
 Etrafı toprakla çevrilmiş samimi olmayan, yüzüne kazanma zorunluluğu sabitlenmiş, kokan insanlar.O yüzleri dövsem sonrada birkaç tek atsam iyi gelecek gibi ya da kapı önlerinde göbekli adamların farklı marka sigaralarını bir bir çekip yere kül savursam.  Hayalgücüm tüm bunları yaparsam iyi olacağımı savunuyor.
 Bu duygulardan hangi varlık kurtarır?
 Camdaki ağaç gölgesi, Meryem'in silüeti, sokaktan gelip geçen insanların yüzleri hep aynı ahmak ifade, sabah dükkanından simit aldığım kadının saçları, kirpikleri on yıldır beyaz ve evet! O sıkıcı, sol eli cebinde heykel, kırk senedir burada.
 Tüm aynılıkları bahanelerin yanına koyup gidersem, cebinde işlenmiş mendil taşıyan kel adamdan farkım kalmayacak.
 Alışmak... Zamanı Ağustos'un S'si kadar sonsuz ve çekilmez kılıyor.
 Onun gibi olmak küstah tavırlı mütevaziliği baştan aşağı bürünmeyi gerektiriyor.
 Bu duygulardan hangi varlık kurtarır?

 Sen ki derisi kahvelerden oluşan ve siyah balık dokusuna sahip olan.Nehrini ararken farklı büyülerin ritmine kapıldın ve simli, ucu belirsiz yolu seçtin.Şimdi oradasın.
 Fakat Tanrı yanımda onu hissediyorum.









9 Eylül 2013 Pazartesi

AĞUSTOSUN S'Sİ

İçim ne kadar kalabalık, ölülerim çoğaldı.
Ne kadar donuk kanım, ne kadar kırmızı.
Çenem ne kadar kavisli ve dişlerim ne korkak kalmış ölüler görmekten.

Bir yandan Ağustos ayına ne ölümler sığdırdım diye göğsüm kabarık.
Ölümler karşısında hep böyle duruyorum, ne güzel.
Cansever doğru demiş ''Kirli Ağustos'' diye,
Evet kirletti dört yanı ölümlerle.

Şimdi ne kadar kirliyse kanım, o kadar kırmızı benim için,
İçim bir kırmızı ki Ağustos'un S'si kadar sonsuz.
Ve kapanan tek kapı da değil, yüzlerce hatta yüz binlerce.

Artık Ağustosları sormayın bana,
Kirli ve kirletilmişlerdir benim için.


8 Eylül 2013 Pazar

GELENLER ÜZERİNE

 Bazen gelirler, teker teker de değil, tüm topluluk ifadelerini içlerine katarak.Sezdirmezler, çok fazla hissettirmezler, solukları kısacıktır.Kapladıkları alan ise dakikanın altmışta biri etmez, akar giderler; sürü sürü...Bazen gelirler, yine olmadık bir yerde, denizin ışıldadığı, baharın tüm eli kalem tutanlara ilham verdiği günde.Ve gözlerin tamda bir noktaya dalmış, benzinin bodrum evlerine imrenmiş bembeyaz olduğu günlerde gelirler.Ellerinin hep terli, dudaklarının hep çatlak, gözlerinin hep yoğun olduğu günlerde gelirler.

 Bazen düşünürsün, zaten sen yalnızken hep düşünmez misin? Ki öyle bir sarılmışsın ki yalnızlığa...Ve bedenin sonu gelmeyen düşüncelere rota olmaya çalışırken rüzgârdan parçalanmış bir kumaşa dönmüş.
 Beyninle dümen attığın o karanlıklar ki artık dönüşü fikren imkânsız.Sen, vücuden güzelsin, sağlıklısın, görünüşün pek âlâ.Fakat terli terli su içme gelirler.Çünkü onlar bir adım beklerler gerisini gözleri kapalı hallederler, onlar hep oradaydılar kalabalıkta yalnızlığı oynadılar.

 Bazen geldiler.İki parmağının arasındaki o tatlı koku gibi burnunda bittiler.İbadetsiz fakat inançlı insanlar gibiydiler, iyiydiler, olabildiğince sakindiler ve sessiz.Üç gözlü, dört kollu, beş bacaklıydılar, gözleri ise ceylan görmüş çitanın gözleri kadar canlıydı.
 Bazen gelirler, teker teker de değil tüm kalabalıkları içlerine katarak.Yenilmeyi hiç düşünmezler, vücutları milyonlarca arı iğnesi sokulu insan vücudu gibidir; tüm acılara doymuş ve dirençli.
 Bazen gelirler; bir muşamba üstünde oturup, erimiş asfaltın aktığı yolda, evrendeki tüm arabaların yok oluşunu izleyen çocuğun yüz ifadesinde belirirler.


 Beyninin isteklerini neden hala başından uzak olan parmaklarınla itiyorsun ve neden titriyor ellerin, ruhun, tüm bedenin denizin ışıldadığı berrak günde. 
  Yaşlı adamın gözleri tüm dünyaya hakimken birden gözleri bahar kokulu mendille kapalı kıza yöneldi.Fakat hiçbir şey söylemiyor yalnızca ona bakıyordu, avaz avaz.En çokta umursamazlığına ve yitik haline şaşıyordu.
  Gelirler hep gelecekler, sen görmezsen yalnızca bakarsan, içindeki mutlak doğruyu yakalayamazsan, tek bir kurşunla yıkıyorsan bedenini, bil ki buradalar üçüncü çoğul ekleri içlerinde.Ve sen eline bir makas alarak kesmezsen bahar kokulu mendili, bir sonraki mevsim kanlı gözlerinde tırpanlı bir silüetle belirirler.
  




KIRIK CAM SEVEN ADAMIN YAZISI

Yalnızlığı tam ucundan yakalamışken dehşet verici bir hikaye seçti.Arkasına yaslandı, kahvesinden birkaç yudum aldı, sigarasını yaktı ve yudumlarını besledi. Gitmemişti, çünkü gidilecek bir şehri yoktu sahip olduğundan başka.Bir şey hareket edip kitap yapraklarını çevirdi.Hayır bu dingin ortamı bozup ruhani varlıklara küfretmek ve çalan caz şarkıyı bölmek istemiyordu.Kendine göz ucuyla bir ruh satın aldı ve sonra ona dönüp kanını biletti, kendini daha güçlü hissediyordu.Yere baktı ve ayak parmaklarını on kere saydı. Bulunduğu yer ısınıyor, ayak parmakları rendelenmiş toprak solucanı gibi artıyor ve göz halkaları büyüyüp  küçülerek odağı yapılmamış makine gibi ses çıkarıyordu.
  Bir yol gördü; bu yol sıradan hikayelere benziyordu.Bilettiği kanını cebine koydu, müzik çalardan bir şarkı açıp sigarasını yaktı.Dün elini tuttuğu insandan şikayet ederken şimdi o insanın kalbini eline almak ve kırık cam şişelerinin en derinine yerleştirmek istiyordu.Saçma ve hırpani bir düşünceydi fakat farkında olmamanın verdiği kahrolası def etme arzusu buna engel oluyordu.Bu fikir iyiden iyiye aklına yatar olmuştu.
  Yazdıklarını ceplerine doldurmuş ve son noktayı koyarken Sir McCartney kadar efendi, Elizabeth kadar soylu hissetmişti kendini.
   Bilmediği bir yola çıktı ve şöyle dedi:
-Orada bir ada var ve tüm özgürlük tanımlarının dışında.İşte!Güneşin kentime dik geldiği günde kendimle barışıyorum!




   


https://www.youtube.com/watch?v=JskztPPSJwY&t=108s


Kimse gelmeyecek olsa kapı cam ardına kadar açılmaz ve misk kokmaz ortalık.

Zamana birkaç dakika ara vermeden ve göz yumarak onun geleceği saate, tebessümünü uyku safhalarıyla doldurmuş.

En büyük düşüncelere yürürken karar verilmiştir diyerek bulacağı kararlarla belirsizliklerine az da olsa anlam katmak istedi.

Utanç ve zevk dolu, hem masum hem günahkar...gücüne bağlı kalmak ve o gücü yitirmemek için yalnız kalıp alkolün esrikliğinde çoğalmayı seçti, hangi zaman diliminde yaşadığını bilmeyerek mutlak gecenin derinliğine daldı.




Bir gün olacak  ve gözüm kapalı bir koy seçip, ruhani bir varlık gibi sularda yüzüp parlayacağım.
Düşlerdim orada bir adam olduğunu,
Denizin üstünde yürüdüğünü,
Ve şarabı midye kabuklarıyla açtığını.
O bir kertenkele kral!

Mr. Mojo Risin!