18 Eylül 2013 Çarşamba

 BOŞLUĞA GİZLENMİŞ ŞEYTAN

 Sadece boşluk var, bilinmeyen bir boşluk.Bu boşluk şeytanları çekmeye yetiyor ve gitgide daha derine saplanıyorsun.En dipte; karar vermeden ve sabit çerçeve koymadan hayatı tanımlıyorsun.
 Hatırlıyor ve yaşamaya devam ediyorsun.

 Yalnızken ve isterken yoklar fakat tercihli bir yalnızlık seçerken yanında bitiyorlar.Deve dikeni gibiler.Mideni bulandırıyorlar üstüne bir de sıcaklar eklenince bozulmuş makarna gibi oluyorsun.

 Gün geliyor!
 Boşluğu bahane ederek ertelediğin günler artık bitti!
 Boşluğu bahane etmek şeytanlara ibadet sayıldı.
 Çatıların üstü ince kar birikintileri ile dolu,
 Yol kenarları buz mavi.
 Cadde bomboş.
 Ve hava karla karışık egzos kokmuyor, yalnızca kar.
 Uykusu hafif rüyaları ağır gelen insanlar sahilde.
 Kuşlar süzülüyor.
 Fosforlu arabasıyla mahsun çöpçü ağzını izmaritlere küfre açmış...


 Üç adımda biten odalara tıkılmışım.İki nefes almak için binlerce siper oluşturuyorum ruhuma ve bedenime.Kan-ter içimde, gövdeme sarılı beni tutuyor.

 Kuşları vurmuyor onlarla göğe bakıyorum.


                                           





17 Eylül 2013 Salı

 ÖNEMSİZ VE SIRADAN DUYGULAR

Sigara kokan ağızlarla muhabbet ediyor, eteğini kıvıran kızlara küfürlü gözlerle bakıyordu.Etrafa selam vermeden yoluna devam etti.Bazen gözlerini kapatarak bazense eline bakarak çizgilere basmamaya çalıştı.Gözlerini yormadı ve kalan beş lirasını nereye harcayacağını düşündü.Saatine bakarken yere tüküren adamla göz göze geldi.
 Alımlı olan ve kolay lokma görünmeyen kızların ellerine baktı.Boya damlamış ayakkabılarıyla izmaritleri nazikçe geçerek burnunu kaşıyan adama güldü; kuşlar akşamdan kalma adam gibi sendeliyordu.
 Kireç kaplamış parmaklarını çatırdattı.
 Bir kadın düşündü adamı, adamınsa sürekli midesi bulanıyordu.Olur olmaz yalnızca onu düşünüyordu.




11 Eylül 2013 Çarşamba

BU DUYGULARDAN HANGİ VARLIK KURTARIR?

 Dengesizleşen ilişkiler ve tanışmışlıklar; sıkılma-gevşeme hareketi ile sıcakta eriyip gidiyor. 
 Bu duygulardan hangi varlık kurtarır?
 Herkes kendi iç odalarına çekilmişken ve bazende konuşmamaktan anlamlı cümleler kuramazken.
 Hayır istediğim bütün olmak değil çünkü tatlı gelmiyor.En nihayetinde bütün hisseder gibi oldum diyelim, ki gibisi kadar olmak bile hoş gelmiyor.
 Denize atlayıp kara balığı bulalım ya da alkol komasından ölelim ve kimse bizi burdan kurtarmamışken leş duvarlar ardına saplanmış kalalım.
 Etrafı toprakla çevrilmiş samimi olmayan, yüzüne kazanma zorunluluğu sabitlenmiş, kokan insanlar.O yüzleri dövsem sonrada birkaç tek atsam iyi gelecek gibi ya da kapı önlerinde göbekli adamların farklı marka sigaralarını bir bir çekip yere kül savursam.  Hayalgücüm tüm bunları yaparsam iyi olacağımı savunuyor.
 Bu duygulardan hangi varlık kurtarır?
 Camdaki ağaç gölgesi, Meryem'in silüeti, sokaktan gelip geçen insanların yüzleri hep aynı ahmak ifade, sabah dükkanından simit aldığım kadının saçları, kirpikleri on yıldır beyaz ve evet! O sıkıcı, sol eli cebinde heykel, kırk senedir burada.
 Tüm aynılıkları bahanelerin yanına koyup gidersem, cebinde işlenmiş mendil taşıyan kel adamdan farkım kalmayacak.
 Alışmak... Zamanı Ağustos'un S'si kadar sonsuz ve çekilmez kılıyor.
 Onun gibi olmak küstah tavırlı mütevaziliği baştan aşağı bürünmeyi gerektiriyor.
 Bu duygulardan hangi varlık kurtarır?

 Sen ki derisi kahvelerden oluşan ve siyah balık dokusuna sahip olan.Nehrini ararken farklı büyülerin ritmine kapıldın ve simli, ucu belirsiz yolu seçtin.Şimdi oradasın.
 Fakat Tanrı yanımda onu hissediyorum.









9 Eylül 2013 Pazartesi

AĞUSTOSUN S'Sİ

İçim ne kadar kalabalık, ölülerim çoğaldı.
Ne kadar donuk kanım, ne kadar kırmızı.
Çenem ne kadar kavisli ve dişlerim ne korkak kalmış ölüler görmekten.

Bir yandan Ağustos ayına ne ölümler sığdırdım diye göğsüm kabarık.
Ölümler karşısında hep böyle duruyorum, ne güzel.
Cansever doğru demiş ''Kirli Ağustos'' diye,
Evet kirletti dört yanı ölümlerle.

Şimdi ne kadar kirliyse kanım, o kadar kırmızı benim için,
İçim bir kırmızı ki Ağustos'un S'si kadar sonsuz.
Ve kapanan tek kapı da değil, yüzlerce hatta yüz binlerce.

Artık Ağustosları sormayın bana,
Kirli ve kirletilmişlerdir benim için.


8 Eylül 2013 Pazar

GELENLER ÜZERİNE

 Bazen gelirler, teker teker de değil, tüm topluluk ifadelerini içlerine katarak.Sezdirmezler, çok fazla hissettirmezler, solukları kısacıktır.Kapladıkları alan ise dakikanın altmışta biri etmez, akar giderler; sürü sürü...Bazen gelirler, yine olmadık bir yerde, denizin ışıldadığı, baharın tüm eli kalem tutanlara ilham verdiği günde.Ve gözlerin tamda bir noktaya dalmış, benzinin bodrum evlerine imrenmiş bembeyaz olduğu günlerde gelirler.Ellerinin hep terli, dudaklarının hep çatlak, gözlerinin hep yoğun olduğu günlerde gelirler.

 Bazen düşünürsün, zaten sen yalnızken hep düşünmez misin? Ki öyle bir sarılmışsın ki yalnızlığa...Ve bedenin sonu gelmeyen düşüncelere rota olmaya çalışırken rüzgârdan parçalanmış bir kumaşa dönmüş.
 Beyninle dümen attığın o karanlıklar ki artık dönüşü fikren imkânsız.Sen, vücuden güzelsin, sağlıklısın, görünüşün pek âlâ.Fakat terli terli su içme gelirler.Çünkü onlar bir adım beklerler gerisini gözleri kapalı hallederler, onlar hep oradaydılar kalabalıkta yalnızlığı oynadılar.

 Bazen geldiler.İki parmağının arasındaki o tatlı koku gibi burnunda bittiler.İbadetsiz fakat inançlı insanlar gibiydiler, iyiydiler, olabildiğince sakindiler ve sessiz.Üç gözlü, dört kollu, beş bacaklıydılar, gözleri ise ceylan görmüş çitanın gözleri kadar canlıydı.
 Bazen gelirler, teker teker de değil tüm kalabalıkları içlerine katarak.Yenilmeyi hiç düşünmezler, vücutları milyonlarca arı iğnesi sokulu insan vücudu gibidir; tüm acılara doymuş ve dirençli.
 Bazen gelirler; bir muşamba üstünde oturup, erimiş asfaltın aktığı yolda, evrendeki tüm arabaların yok oluşunu izleyen çocuğun yüz ifadesinde belirirler.


 Beyninin isteklerini neden hala başından uzak olan parmaklarınla itiyorsun ve neden titriyor ellerin, ruhun, tüm bedenin denizin ışıldadığı berrak günde. 
  Yaşlı adamın gözleri tüm dünyaya hakimken birden gözleri bahar kokulu mendille kapalı kıza yöneldi.Fakat hiçbir şey söylemiyor yalnızca ona bakıyordu, avaz avaz.En çokta umursamazlığına ve yitik haline şaşıyordu.
  Gelirler hep gelecekler, sen görmezsen yalnızca bakarsan, içindeki mutlak doğruyu yakalayamazsan, tek bir kurşunla yıkıyorsan bedenini, bil ki buradalar üçüncü çoğul ekleri içlerinde.Ve sen eline bir makas alarak kesmezsen bahar kokulu mendili, bir sonraki mevsim kanlı gözlerinde tırpanlı bir silüetle belirirler.
  




KIRIK CAM SEVEN ADAMIN YAZISI

Yalnızlığı tam ucundan yakalamışken dehşet verici bir hikaye seçti.Arkasına yaslandı, kahvesinden birkaç yudum aldı, sigarasını yaktı ve yudumlarını besledi. Gitmemişti, çünkü gidilecek bir şehri yoktu sahip olduğundan başka.Bir şey hareket edip kitap yapraklarını çevirdi.Hayır bu dingin ortamı bozup ruhani varlıklara küfretmek ve çalan caz şarkıyı bölmek istemiyordu.Kendine göz ucuyla bir ruh satın aldı ve sonra ona dönüp kanını biletti, kendini daha güçlü hissediyordu.Yere baktı ve ayak parmaklarını on kere saydı. Bulunduğu yer ısınıyor, ayak parmakları rendelenmiş toprak solucanı gibi artıyor ve göz halkaları büyüyüp  küçülerek odağı yapılmamış makine gibi ses çıkarıyordu.
  Bir yol gördü; bu yol sıradan hikayelere benziyordu.Bilettiği kanını cebine koydu, müzik çalardan bir şarkı açıp sigarasını yaktı.Dün elini tuttuğu insandan şikayet ederken şimdi o insanın kalbini eline almak ve kırık cam şişelerinin en derinine yerleştirmek istiyordu.Saçma ve hırpani bir düşünceydi fakat farkında olmamanın verdiği kahrolası def etme arzusu buna engel oluyordu.Bu fikir iyiden iyiye aklına yatar olmuştu.
  Yazdıklarını ceplerine doldurmuş ve son noktayı koyarken Sir McCartney kadar efendi, Elizabeth kadar soylu hissetmişti kendini.
   Bilmediği bir yola çıktı ve şöyle dedi:
-Orada bir ada var ve tüm özgürlük tanımlarının dışında.İşte!Güneşin kentime dik geldiği günde kendimle barışıyorum!




   


https://www.youtube.com/watch?v=JskztPPSJwY&t=108s


Kimse gelmeyecek olsa kapı cam ardına kadar açılmaz ve misk kokmaz ortalık.

Zamana birkaç dakika ara vermeden ve göz yumarak onun geleceği saate, tebessümünü uyku safhalarıyla doldurmuş.

En büyük düşüncelere yürürken karar verilmiştir diyerek bulacağı kararlarla belirsizliklerine az da olsa anlam katmak istedi.

Utanç ve zevk dolu, hem masum hem günahkar...gücüne bağlı kalmak ve o gücü yitirmemek için yalnız kalıp alkolün esrikliğinde çoğalmayı seçti, hangi zaman diliminde yaşadığını bilmeyerek mutlak gecenin derinliğine daldı.




Bir gün olacak  ve gözüm kapalı bir koy seçip, ruhani bir varlık gibi sularda yüzüp parlayacağım.
Düşlerdim orada bir adam olduğunu,
Denizin üstünde yürüdüğünü,
Ve şarabı midye kabuklarıyla açtığını.
O bir kertenkele kral!

Mr. Mojo Risin!